Ben bir Anarşistim diyen Gazeteci Ahmet Külsoy, ilginç ve macera dolu yaşamını anlattı.
Külsoy, kendisini şu sözlerle tanımladı:"Sakalım İsyanımdır, Sakal Özgürlüktür” "Beni terk etmeyen tek şey Pipo” “Beyoğlu olmadan yaşanmaz”
Onu ilk Beyoğlu’nda gördüğümde sembol olduğunu
sanmıştım. Nitekim öyleydi. Sezgilerimde yanılmamışım. Sakalının köküne
yapıştırmıştı isyanı. Anlayanlar sessiz, anlamayanlar ise gülerek bakıyor,
kendi fakir düşüncelerinden aşağılama sözcüklerini dışa vuruyorlardı. Uzun
yıllar önce başladığı gazeteciliği şimdilerde ulusal bir gazetede sürdürüyor.
Seyyah olup dolaştığı yörelerden edindiği bilgileri ve yaptığı söyleşileri o
gazetenin Anadolu ekine karalıyor. Kayseri’ye gelmiş o sakallı adam. 1 Mayıs
alanında Eğitim-Sen Korteji önünde yürürken fark ettim onu. Ağzında piposu,
upuzun aksakalı, fötr şapkası, postalları, omuzunda ve sırtındaki çantasıyla
dikkatleri üzerine çekiyordu her zamanki gibi. Tanıyordum onu ama mesleğim için
çekici ve ilginçti. Tüm bunları düşünürken, herkesten önce basmalıydım
deklanşöre ve doğmalıydı samimiyet. Öyle de oldu. Tolga abinin iletişimde
olduğu Beyoğlu’nda birkaç defa gördüğüm ama ismini dahi bilmediğim Ahmet
Ağabeydi o! Sabah Gazetesinin Anadolu Yerel ekler Muhabiri Ahmet Külsoy. Araştırdım,
Sosyal Medya’da onunla ilgili neler yazdığına baktım. “Sakalım İsyanımdır” vay
işe bak! Söylemeliydim Ahmet Abiye… Yönümüzü döndük Elia Kazan’ın doğduğu eve.
İlhamımı aldım sanat kokan evin kazanından. Sordum aceleyle, Gazeteciliğe nasıl
başladığını… Laf lafı açtı. Erciyes’in doğasına görmediği halde âşıktı yalnız
aksakallı. Görünümde hacı emmi algısı yarattığından, tezat olan 1 Mayıs
alanında olması değil miydi? Kültür fakirliği içinde kalmış insanların hacı
emmileri gelmezdi ki 1 Mayıs’a… Ama o gelmişti. Herkes garip garip bakıyor,
fotoğraf çekiyordu. İsyankâr sakallıyı Gazetecisi, Polisi, Halkı sırayla
sorguya çekiyordu. “Kayseri’den umutsuz olmamalıymışız. Çünkü ilacı zamanla
etki edecekmiş!” Öyle diyordu kendisi. İşte Ahmet ağabeyden Anarşist
gülümsemeler…
Gazeteciliğe nasıl başladınız?
Ortaokul sonuncu sınıfa gidiyordum o zamanlar. İşçi
Davası isimli bir gazetesinde başladım. Ben o gazeteyi o zamanlar satıyordum.
Onun hikâyesi de şöyle: Birlik iş hanında o gazetenin bürosu vardı. Oraya
gittim, konuştum. Sonra gazeteyi satmaya çıktım. Daha sonra da yazmaya
çalıştım. Bir taraftan o gazeteyi satarken, diğer taraftan satış sırasında
karşılaştığım olayları anlatırdım. Sonra 12 Eylül oldu. 12 Eylül’den sonra ara
verildi. Sonra 1987’de Zonguldak’ta bir gazetede işe başladım. Daha sonra Güneş
Gazetesin'de Zonguldak Ticaret Odasıyla ilgili ilk haberim çıktı. 7 Mart
1992 Salı günü de Güneş Gazetesi benim haberimle kapandı.
Peki,
başka nerelerde çalıştınız?
Güneş, Özgür Gündem, Radyo Cumhuriyet, Playman,
Playhouse, gibi dergilerde uzun süre çalıştım.
Bunlar
Erotik Dergilerdi değil mi?
Evet, Erotik dergilerdi ama Playman’da çok güzel
röportajlarımız oldu. Yani Abdurrahman Delipak, Hasan Fehmi Güneş, Fatoş Güney
gibi isimlerle röportajlarımız vardı. Çok iyi işler çıkarttım Playman’da.
O
yılları göz önünde bulundurursanız. Bugünkü gazeteciliği ve o zamanki
gazeteciliği nasıl değerlendirirsin?
O zamanlar gazetelere sermaye girmemişti.
Gazetelerde daha bir özgür ortan vardı. Gazetelerde bir serbestlik vardı.
Mesela Güneş benim hayatımda çok önemlidir. Biz oraya ayda 70-80 haber
sokardık. Çok ciddi bir rakam bu.
O
dönemler hızlıydı da değil mi? Ayrıca sokakta klasikleşmiş çocuklar gibi gazete
satıyorsun. Siyaset anlamında da Zonguldak o dönemlerde hızlı illerden bir
tanesiydi. Sen o dönemde siyasetin neresinde durabiliyordun? Yani kimler destek
veriyordu ki sende sokaklarda ekmeğini bulabiliyordun?
Bizim şöyle bir şeyimiz vardı. İşçi Davası
Gazetesine tekrar dönecek olursak bir ekiptik. Gazete sosyalist bir gazeteydi.
İstanbul’da basılır Zonguldak’ta dağıtılırdı. Ben o gazeteyi MHP binasının
altında satardım. Dayak yememe rağmen yine satardım. O zamanlarda Murat Dönmez, Serdar Kaynak,
Fırat Eroğlu gibi arkadaşlarla bir ekiptik biz. Gazeteyi satışa çıktığımız
zaman onlar benim korumalığımı yapardılar. Şunu söylemeliyim ki, benim
Zonguldak’ta ciddi bir demokrasi mücadelesine katkım vardır. Hangi taşın altını
kaldırırsan kaldır ben çıkarım altından. Bu alanda hiç mütevazı olmuyorum. Çok
ciddi katkılarım vardır. 12 Eylül döneminde millet sokakta yan yana gelmeye
korkarken biz maden işçilerinin ocağa girip çıktığı yerde bildiri dağıttık. Yani
büyük bir riskti.
Hiç
yıldım dediğiniz oldu mu? “Artık yeter sürekli dayak yiyoruz, kaçma kovalama
gibi…”
Hayır, hiç yıldım demedim. Hatta dayak bize bir güç
veriyordu. Bu çok ayrı bir şey.
Peki,
İstanbul’a neden gittiniz?
1991’de Büyük Madenci grevinden sonra Güneş Gazetesi
maaş ödeyemeyecek duruma geldi. Ondan sonra yaşamımı orada sürdürmek istedim.
İlk geldiğim zamanlarda biraz işsizlik filan oldu. Orada sosyalist gazetelerde
çalıştım. 1 Nisan 1992 Salı günü Özgür Gündem’i kumkapıda çıkartanlar
arasınaydım. Radyo Cumhuriyet, Milliyet, Erotik Dergiler birçok yerde çalıştım.
“EROTİK
DERGİLERDE SEVİYELİ ÇALIŞTIK. SADECE BACAK OMUZA MUHABBETİ YOKTU”
Buna iyi diyen de vardı, eleştiren de vardı. Ben pek
dikkate almazdım. O zamlarda şöyle bir şey oldu. Bir gün fotoğraf çekmek için
bekliyordum. Kadınlar bir odada topluca duruyordu. O zaman o kadınların elinde
Tolstoy, Balzac gibi isimlerin kitapları vardı. Okuma oranları bir yana dursun,
entelektüel yanları çok yüksek. Onlar yaşamını öyle kazanıyordu. Ben o dönem
adına çok yanlış yaptığımı düşünmüyorum. Röportajlar vs. çok seviyeliydi. Sadece
bacak omuza muhabbeti yoktu. Onun çok daha üstünde cinsellik anlatılırdı. Bu
toplumun çok önemli bir sorunu cinsellik. Kayseri’de el ele tutulan kadın çok
fazla değil. Kadın Erkek ilişkilerini o dönemde çok iyi işledik.
Siyasal
kavganızda fiziki yapınızla özdeşleşmiş durumdasınız. Bireysel bir tavrın mı
var?
Ben ortaokulda başladım. Lisede boykot yaptık. Bizde
bağımsız bir hareket vardı. Bildiğimiz bir slogan da yoktu zaten.
Sakal
ne zaman başladı?
Ben ortaokulda dahi sakallaydım. Sakal yüzünden çok
dayak yemişimdir. Orada başladım zaten sakala. Sakal bir tepkidir, yaşam
biçimidir. İnsanlara baktığın zaman takım elbise, kravat vs. böyle bir şey var.
Bende böyle yaşamak istemiyorum. Daha doğrusu Sacco Vanzetti’yi örnek alıyorum.
Onlarda sakallıdır. Yani bunlar dünyanın sayılı anarşistlerindendir. Sakal bir
özgürlüktür. İnsana nefes aldırıyor. Dünya boğuyor beni. Özellikle bu Taksime
çıkamama olaylarında tuhaf oldum. Burada bile 1 Mayısta bırakıp otele
gidecektim. “Her yer Taksim, Her yer direniş” sloganı atılınca çocuklarla yürüdüm.
Peki,
pipo?
Pipo gerçekten önemli. Ben bununla nefes alıyorum.
Herkes terk etti beni, terk etmeyen bir pipo kaldı. Bütün dostluğum,
arkadaşlığım pipo ile. İnan bu böyle. Aşık olduğum kadın bile terk etti. Zaten
22 yıldır içiyorum.
Kayseri’ye
geldiğinizde kentleşmenin dışında gördüğün kültür seni nasıl bir hale getirdi?
Yani bir Anadolu algısı vardır ya. İstanbul’dan bakışınız neydi?
İstanbul’dan bakışım diye bir şey yok. Genel
Koordinatör Şaban Aslan bana Kayseri için “seni göndermek istiyorum ama korkuyorum.
Dayak yersin, döverler seni.” demişti. Öyle bir şey olmadı. Millet ağzı açık
baktı, laf attı, taciz etti ama öyle gelip itmedi. Tam tersine birçok insan
iletişim kurmak istedi. O şekilde değil yani. Umutsuz değilim ben Kayseri’den.
Mesela Kayseri’de Dev-Lis, Genç-Sen gibi birçok oluşum var. Buranın geleneksel
bir yapısı var ama o kadar kötü değil. Anadolu’da genel olarak bunlar olur.
İstanbul’dan bakıp burayı yargılamak bence yanlış olur.
“KAYSERİ
ERCİYES’İ ÇOK ARAYACAK”
Şehrin
ileri gelenleriyle de görüşmeleriniz oldu. Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet
Özhaseki ile de görüştünüz. Bu görüşmelerden edindiğiniz izlenimler sizi tatmin
etti mi?
Yok, öyle yeterinde doyurucu bir cevap alamadım.
Özellikle Erciyes Dağına karşı yapılan sanayinin saldırısı beni ürküttü. 1180
bitki var. Buraya sanayinin girmesi, futbol sahalarının yapılması beni üzdü. Bu
dağı çok arayacak Kayserililer. Bu dağın karını çok arayacak. Buradan fay hattı
geçiyor. 5.000 yıllık bir dağ. Püskürme ihtimali de var. Birde herkes umudunu
sanayiye bağlamış. Toprak önemli, her zaman insanı doyurur. 3.000 yıl önce de
toprak vardı. Bu insanlar o zaman da aç değildi. Bence Büyükşehir Belediye
Başkanının yaptığı en büyük yanlış Erciyes’te bulunan 1180 bitkinin bulunduğu
yerleri yok etmesi. En kötü ihtimal Erciyes’te bulunan bazı bitkilerin
korunması gerekirdi. Hollanda da doğal bitkiler yerleştiriliyor, bizde doğallık
katlediliyor. İlaç tedavisinde kullanılan bitkiler yok oluyor. Oradaki atıklar
nereye gidecek sanıyorlar. Suyla birlikte geri gelecek. Tesisleşme beraberinde
kirliliği getirecek.
Beyoğlu’ndan
mutlu musunuz?
Beyoğlu başka bir yer, Beyoğlu olmadan yaşanmaz.
Yok bulamıyorum. Beyoğlu gibi iki ucu açık bir yer
bulmak çok zor. Beyoğlu’nda kendi kendimi kontrol etmem gerekiyor.
Haymatlos
vardı, ne oldu oraya?
Orası el değiştirdi. El değiştirdikten sonra oraya
gitmemeye başladık. İsim orayı alan kişilerle uyuşmadı.
Peki,
Müzik?
Rock müzik dinliyorum. Ben müziksiz bir yaşam düşünemiyorum.
Su içmek nasıl önemliyse, müzik de öyle önemli. Bugün meclise bakar mısınız?
Neden orada o kadar kavga oluyor sanıyorsunuz. Müzik olmadığı için. Bir tane
müzik aleti çalan Milletvekili gösterebilir misin? Hepsi takım elbiseli, et
yiyen bir başka canlıdan beslenen insanlar. Bir tanesi bile şarkı söyleyemez.
Çok benimsedikleri Anadolu’nun müziğinden haberdar değiller.
Sabah
Gazetesinde durumlar nasıl? Tepki var mı?
Sabah’a ben kısa pantolonla gittim. Geçen sene
terlikle gidiyordum. Önce şaşırdılar. “Ahmet plaja hoş geldin” filan dediler.
Tabi tepki de aldım ama girdiğim yerde o radikal yaşamı sürdürdüm. Eğer ben o
sabaha şortsuz gitseydim rahat edemezdim. Şortla bir işyerine gidilebileceğini
anlatmaya çalıştım. Orası beni bu halimle kabul ediyor. Bana iki kere sakalımı
kes dediler. Baktılar ve dediler ki “bu adamı sakallı kabul etmek gerekiyor.”
beyoğlu'nun demirbaşı... ahmet abi... değeri bilinmeyenlerden... saygılar...
YanıtlaSil