Öykü eleştirmeni Ayşegül Tözeren, Türk Edebiyatının doğuşu ve gelişimini değerlendirdi.
Tözeren’in, Edebiyatımızda gezi olayları sonrası oluşan yeni dile ilişkin çıkarımı şöyle oldu: “Bu dili yaratan kadın ve LGBT bireylerdir. Gezi olaylarında da gördük ki bir yenileşme hareketi olacaksa bu kadınlardan ve LGBT bireylerden gelecektir.”
Bir doktor olarak edebiyat ile iç
içesiniz ve öykü eleştirmenliği yapıyorsunuz. Bu iki iş arasında gidip gelmek
zor oluyordur. Siz bu durumda kendinizi nasıl anlatıyorsunuz?Tözeren’in, Edebiyatımızda gezi olayları sonrası oluşan yeni dile ilişkin çıkarımı şöyle oldu: “Bu dili yaratan kadın ve LGBT bireylerdir. Gezi olaylarında da gördük ki bir yenileşme hareketi olacaksa bu kadınlardan ve LGBT bireylerden gelecektir.”
Dışarıdan
bakan birisi benim yaşamıma baktığında iki şeye dikkat edecektir. Birisi doktor
oluşum. Ben halk sağlığıyla ilgileniyorum. İstanbul Tıp Fakültesi Halk Sağlığı
Bölümü doktoramı bitiriyordum. Yaşamım 2 ana eksenden oluşuyor ama aslında bu
iki ana eksen birbirine yakın. Bir diğer eksen ise; edebiyatın eleştiri türü.
Bu iki ana eksen toplumu ilgilendirdiği için galiba kendimi anlatamıyorum.
Eleştiri de hekimlikte özveri işi. Başkasının yazdığı bir yazı ile ilgili
yazmak kolay değildir. Dolayısıyla bu iki iş de toplumu ilgilendiriyor. Bu
benim siyasi görüşümü de belirliyor.
Eleştirinin hep cansız olduğu
söylenir. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Eleştirinin
de sadece cansız bir olgudan oluştuğuna inanmıyorum. Metin canlıdır, metni
yaşatan sözcükler, harfler değil, toplumun kendisidir. Bundan dolayı toplum ve
toplum sağlığına ilgi duyuyorum.
Peki, tıp okudunuz, bir
hekimsiniz. Bu kadar teknik işin arasında edebiyata ilginiz nasıl oluştu?
Ben lise
yıllarımda okul dergisi çıkarırdım. Onun öncesinde de hep büyük hayallerimiz
olurdu bizim. Tabi o yaşlar için büyük hayaller geçerli oluyor ama büyük
yaşlara gelince küçük şeylerin daha değerli olduğunu görüyorsunuz. Matbaanın
bir kokusu vardır. Bir dergi çıkardığınız zaman o matbaaya girer ve tüm
işlemleri görürsünüz. O matbaaya girdikten sonra edebiyat ve edebiyat ürünü
yayınlamak insan için bir aşka dönüşüyor. Bundan dolayı lise yıllarından beri
yazılar yazar çalışmalar yapardım.
“TIP FAKÜLTESİNDE MİKROBİYOLOJİ
VE ANATOMİ DERSLERİNDEBEN HEP SIRA ALTINDA BİR SOSYOLOJİ KİTABI OKUYORDUM”
O zamanlardan bir hikâyeniz var
mı?
Lise
yıllarımda birkaç öykü yazıştım. Daha sonra uzaklaştım. Tıp okuduğum zaman
toplumsal ve sosyolojik olgularla ilgilendim. Aslında ilgimi çeken yeni
muhalefet biçimleriydi. Kadının feminizm üzerinden muhalefet etmesi gibi şeyler
benim hep ilgimi çekti. Tıp Fakültesinde Mikrobiyoloji ve Anatomi derslerinde
ben hep sıra altında bir sosyoloji kitabı okuyordum.
Üniversitede de lisede olduğu
gibi bir çalışma yaptınız mı?
Üniversitede
edebiyatla ilgilenen arkadaşlarla tanıştım ve fanzin çıkarmaya başladık.
Türkiye’de şiir önemli bir gelenek taşır, biz görsel şiir adı altında
çalışmalar yaptık. 19-20 yaşında büyük bir geleneği olan şiir varken, görsel
şiiri ortaya atmak büyük bir cesaretti. Bu iyide oldu.
“BEN EDEBİYATA KARİYERİMİ YAKARAK
BAŞLADIM”
O zamanlarda görsel şiirde
eleştirebilecek kimseyi bulabildiniz mi?
Bundan
bahsedecektim. Biz görsel şiiri ortaya attık ama eleştirecek kimseyi bulamadık.
Bu sefer iş başa düştü. Kendimiz yazıp kendimiz eleştirmek zorunda kaldık. Bu
daha sonra şiir eleştirisine de dönüştü. Ben edebiyata kariyerimi yakarak
başladım. Ve kariyerist insanların iyi yazar olacaklarına inanmıyorum.
Ben
deneysel edebiyatla ilgiliyken makaleler yazıyordum. Bu makaleler Türkiye ve
Amerika’da yayımlanıyordu. Ben bunları yazarken Özcan Karabulut bir şekilde
beni buldu. Deneysel edebiyat ile ilgili eleştirel yazıları Dünyanın Öyküsü
Dergisi’nde yazmamı istedi. Birçok şey kendiliğinden gelişti ve ben öykü ile
ilgili eleştiri konusunda bir boşluk olduğunu gördüm. Bu şekilde öykü ile
ilgilendim ve eleştirecek düzeye gelmek için çok çalıştım.
Uluslararası Ankara Öykü Günleri
Derneği ve 14 Şubat Dünyanın Öyküsü Dergisinden de bahseder misiniz?
Dünyanın
Öyküsü Dergisi’nde yazmaya başladıktan sonra aslında öykü eleştirisi de
yaparken yine Özcan Karabulut ve arkadaşları ile etkileşim halindeyken eleştiri
bağlamında şunu fark ettim. Öykü demek bir odada yazı yazmak değildir.
İnsanlarla etkileşim halinde olmak gerekir. Özcan Karabulut’un da örgütlenmeci
yapısı ve tecrübeleri olunca bir dernek kurma fikri ortaya çıktı. Bu dernek
Yazarlar Birliği gibi olmayacak kültür yayıncılığı yapacak denildi. Daha sonra
bu dernek kuruldu. Son etkinliğimizde cezaevinde bulunan siyasi
tutuklulara
öykü kitapları gönderdik.
“MİKROBİYOLOJİ ÇALIŞIR GİBİ ÖYKÜ
ÇALIŞTIM”
Öykü ve edebiyata hekimlikten
vakit ayırmak zor oluyor mu?
Ben
sabah geliyorum hastanedeki işlerimi yapıyorum, bu arada ya bir şey yapıyorum
ya da bir şey okuyorum. Ben öğle arasını çok az yaparım. Öğle aralarımın geneli
edebiyatla ilgilenmekle geçer. Akşam eve geldiğimde mesleğim benim için biter,
edebiyat başlar. Edebiyat ile edebiyatla uğraşan insanlardan daha çok
ilgilendiğimi düşünüyorum. Birde şöyle bir şey var, tıp edebiyatı benim için
kolaylaştırdı. Çok zor bir eğitim aldık ve çok okumaya alıştık. Bundan dolayı
nasıl mikrobiyoloji çalışıyorsam, öyle öykü çalıştım.
Edebiyatın
bir getirisi kalmadığı için sadece bu işle ilgilenmediğiniz aşikâr. Peki, edebiyat
kazandırsaydı, para kazanmak adına yapar mıydınız?
İnsanların
bir takım ihtiyaçları vardır bundan dolayı çalışırlar. Ben edebiyata maddi
beklenti içerisinde bakarsam o konuda yanlışa düşeceğimi düşünüyorum. O yüzden
edebiyat için zamanda kaybederim, parada kaybederim. Bunun yanı sıra ben
hekimliği gerçekten seviyorum. Bazen insanlar iki şeye aşık olabilir ya bende
öyle iki şeye birden aşığım.
Edebiyattan para kazanan
insanları yani bu işi para kazanmak için yapanları bir eleştirmen olarak nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Bir arkadaşım
ile konuşmamızdan örnek vereceğim. Bana bir gün ‘7 gün boyunca kitap yazanlar
için panel yapılsa’ demişti, bende bir günde 5.5 gün nefes almadan çalışan
eleştirmek için panel yapılsa yanıtını verdim. Onların hayatları bana çok uzak.
Hiçbir şey ile uğraşmadan sadece edebiyat ile uğraşmak. Eğer sorun çok satan
olmaksa orada sıkıntı vardır. Çok satan nitelikli yazıyorsa sorun yok. Ama çok
satan niteliksiz yazıyorsa o eleştirilir.
Türkiye’de çok satmak için çok
nitelikli olmak gerekiyor mu?
Ben bu
konuda herkes gibi düşünmüyorum. Çok satan niteliksiz olur anlayışına
inanmıyorum. Çok satan çok nitelikli de olabilir ama bu zordur. Çok satan nitelikli
olur demek de doğru olmaz. Nitelikli ürünü halk anlamaz anlamı da çıkıyor
buradan, bu hiç öyle değildir halk nitelikli ürünü de niteliksiz de değildir. Halk nitelikli ürünü de anlar:
Kayseri’ye daha önce
gelmemiştiniz. Dünya Öykü Günü’nde konuk yazar oldunuz. Burası ile ilgili çıkarımınız
nedir?
Kayseri
gelişmiş bir Anadolu şehri. Üniversite’den dolayı bir potansiyel olduğu
kanısındayım.
Peki öykü bağlamında?
Latife
Tekin diyorum. Gerçekten çok büyük bir yazar çıkardı burası. Türk edebiyatında
yeni bir dil yaratabilmiş birisi, büyük bir değer.
Latife tekin ve yeni bir dil
demişken feminizm ve kadın hareketlerine olan ilginizi es geçmeyeceğim. Bu
çalışmalar ve gezi olayları sırasında çıkan yeni bir dil var. Bu konulardaki
çıkarımınız nedir?
Latife
Tekin’i ben çok önemsiyorum.. Son dönemde de gezi ile oluşan yeni bir dilin
varlığından bahsetmemiz doğru olacaktır. Duvar yazıları ve pankartlar bunun bir
örneği. Bu dili yaratan da açıkça söyleyebiliriz; kadın ve eşcinsellerdir.Bir
yenileşme hareketi olacaksa bu kadınlardan ve LGBT bireylerden gelecek. Bu
toplumda da, edebiyatta da böyle. Bana göre ‘Yasak ne ayol!’ lafı çok önemli
bir eleştiri ve itiraz barındırıyor. Bunlardan dolayı bizim kadınların ve LGBT
bireylerin yazdıklarına iki kat önem vermemiz lazım.
Gezi bu yeni dilin kıvılcımı oldu
denilebilir mi?
Bu tam
olarak böyle oldu. Yeni dil oluşurken eskiye dönüş oldu. Yeni dil oluşurken
gezi olayları gerçekleşti. Gezi’nin şu önemi oldu. Biz değişik dil ile
çıkardığımız fanzinlerin hiç okunmadığını değişik dil ile çekilen kısa filmlerin
hiç izlenmediğini sanıyorduk. Gezi’de okunduğunu gördük. Duvar yazılarında
1980’in duvar yazılarını değil 1950’nin yazılarını gördük. Geçmişten güç alarak
yeni bir dil oluşuyor.
Son olarak neler söylemek
isterisiniz?
Kayseri’ye
gelmek benim için mutluluk verici. Öykü dostlarıma ve beni misafir eden Deniz
Dengiz Şimşek, Alptuğ Topaktaş, Duygu Oylubaş’a ayrıca teşekkürlerim sunuyorum.
turkiye'deki hikaye gelenegi devam ediyor! kendini itmeyi basariyor nedense. kendi kendine yetiyor da. turkiye hikayeleri, konusunu bekliyor hep. gezi olmadan yazilmiyor bir cok hikaye. turkiye ataletine endeksli bir hikaye gelenegi yani. adamin biri karisini dovse, karisini doven adamin hikayeleri cikiyor hep. aysegul tozeren'i ilgiyle takip ediyoruz.
YanıtlaSilTakip edilesi bir insan kendisi :)
YanıtlaSil