Gazeteci ve sinema yazarı S. Serdar Akbıyık, Türk sinemasının günümüzdeki durumu, Erciyes
Film Festivali ve Gazetecilik üzerine konuştu.
Ben gençliğimde çok hareketli bir adamdım. Gerçekten kavga, gürültü gibi şeylerin çok peşinde koşardım. Aynı zamanda da çok meraklıydım. O yüzden de etrafındaki insanlar bana hep gazeteci olmam için baskı yaptı. Bana “gazeteci ol, gazeteci ol, gazeteci ol” diye defalarca söylediler. Aslında ben gazeteciliği çok istemedim. Askerden geldikten sonra Erol Semavi’nin bir bursunu kazandım. 2 yıl paralı eğitim gördüm. Ondan sonrada Hürriyet Gazetesinde öğrenci olarak başladım ve devamında kadrolu oldum. Benim söyleyeceğim çok fazla bir şey yok gazetecilikle ilgili. “Şöyle idealize etmiştim, Böyle istiyordum, doğdum büyüdüm ben gazeteci olmak istiyordum” diyebileceğim bir hikâyem hiç olmadı. Belki de onun için Gazeteciliği pek sevmem. İnsanın doğasına çok aykırı bir meslek olarak görürüm.
Türkiye’deki
Film Festivalleri ve Erciyes Film Festivali hakkında neler söylemek istersiniz?Türkiye’de 3 tane festival var. Bir dolu festival
var ama aslında 3 tane festival var. Birincisi İstanbul Film Festivali, önemi
tartışılamaz. İkincisi Antalya Film Festivali, üçüncüsü Adana Film
Festivaliydi. Şimdi artık ikinciliği ikisi birden paylaşıyor. Diğerleri
onlardan sonra geliyor. Fakat bu tür festivaller çok önemli. Çünkü bunlar
gençlerin katılımcı olduğu, neredeyse düzenlediği bir festivaldir. Ve bence
asıl etkileri gösterilen filmler değil. Şu festivalde gösterilen filmlerin
etkisinin kısıtlı olduğunu düşünüyorum. Bu festivallerde yapılan sohbetler de
çok önemli. Yani bir film seyretmekten daha fazlasına iten sohbetler. O yüzden
Üniversitelerin Film Festivallerini çok önemsiyorum. Malatya’da, Konya’da
olduğu gibi… Bu tür festivallerin hepsine giderim. Hiçbir şekilde çekinmem.
Sinema
Eleştirmenliği yapıyorsunuz ama asıl mesleğiniz Gazetecilik diyebiliriz. Bu işe
nasıl başladınız?
Ben gençliğimde çok hareketli bir adamdım. Gerçekten kavga, gürültü gibi şeylerin çok peşinde koşardım. Aynı zamanda da çok meraklıydım. O yüzden de etrafındaki insanlar bana hep gazeteci olmam için baskı yaptı. Bana “gazeteci ol, gazeteci ol, gazeteci ol” diye defalarca söylediler. Aslında ben gazeteciliği çok istemedim. Askerden geldikten sonra Erol Semavi’nin bir bursunu kazandım. 2 yıl paralı eğitim gördüm. Ondan sonrada Hürriyet Gazetesinde öğrenci olarak başladım ve devamında kadrolu oldum. Benim söyleyeceğim çok fazla bir şey yok gazetecilikle ilgili. “Şöyle idealize etmiştim, Böyle istiyordum, doğdum büyüdüm ben gazeteci olmak istiyordum” diyebileceğim bir hikâyem hiç olmadı. Belki de onun için Gazeteciliği pek sevmem. İnsanın doğasına çok aykırı bir meslek olarak görürüm.
Sinema,
Gazetecilik, Yazarlık gibi birçok dalda çalışmalar yapıyorsunuz. Bu durum sizi
nasıl etkiliyor?
Hiçbir şeyi rüyalarla veya başka bir şekilde düşünmemek
gerekir. Ne olursanız olun, hayatta ilk önce düşündüğünüz şey geçim olur. Eve
getireceğiniz ekmeğin parası. Şiir de yazsanız, hamallıkta yapsanız ilk sizi
tetikleyen şey odur. Bende gazeteciliğe başladığımda kendimi hep baskı altında
hissettim. Çünkü para kazanmam lazımdı, çocuğum vardı… Fakat yollar geçtikçe,
tecrübe oldukça hayat şartları değiştikçe o tecrübe sana başka şeylerden zevk
aldığını gösteriyor. Sinema hayatım boyunca olan bir aşktı. Ben küçücük
çocukken yan tarafımız sinemaydı. Benim hayatım sinemayla geçti. Sinema her
zaman hayatımın içerisindeydi. Ondan sonra bu hayatımın içinde olması o mesleki
durumlarla buluştu. Ve ben gerçekten bir meslekte ilk kez tatmin oldum. Çünkü
insanlarla istediğim şeyleri buluşturabildim. Sinema yazman öyle bir şeydir ki
her şeyi yazarsınız. Siyaset, aşk, çocuk filmi, kendi fikirlerinizi
anlatırsınız…
Peki,
Sinemada siyaset farklı mıdır?
Sinemada siyaset farklı değildir. Ben farklı olarak
düşünmüyorum. Zaten farklı olmadığı şuradan belli: şuanda dünyanın siyasi
çizgisini sinemayla çizmeye çalışıyorlar.
Yani
Sinemayla siyasetin bağlantısı vardır.
Tabi bir toplum inşa etmenin en önemli yolu bu
sinemadır. Propaganda sineması dünyanın en etkili silahıdır. İnsanların
fikirlerine hâkim oluyorsunuz.
Bir
Sinema Eleştirmeni olarak Türk Sinemasının bu günkü durumunu nasıl
yorumlarsınız?
Türk sineması ne yazık ki köksüz, temelsiz… Bir
dili, bir tarzı yok. Çünkü milli kimliğinde derdinin ne olduğunda buluşamamış
toplumun ürettiği bir sinema. Yani bir dil yok bu sinemada. Nuri Bilge
Ceylan’ın dili var ama bunlar bir bütünün parçası değil. Milli sinema, Ulusal
sinema tartışmaları aslında hepsi suni tartışmalardır. Ama o tartışmaların suni
olması bunun gerekliliğinin, gerçekliğini kapatmaz. Yani bu ülkede gerçekten
cumhuriyet bir dert olsaydı cumhuriyetle ilgili bir dolu film yapılması
lazımdı. O insanların propaganda filmler yaparak bu toplumu şekillendirmeleri
lazımdı. Almanya’da Nazi İmparatorluğu sinema yaparak başladı toplumu
etkilemeye. Sovyetler Birliği 1914 Devriminde film yaparak başladı etkilemeye.
Peki, biz ne yaptık? Bizde bir şey yapsaydık o zaman bir dilimiz oluşacaktı.
Şuan Türkiye’nin enerjisi çok büyüktür, Türk insanı gerçekten zekidir bunlar
sayesinde birtakım şeyler üretiyoruz. Bunlarda hasbel kader başarılı oluyor. Türk
sineması diye bir şeyden bahsetmen bence polyannacılık.
2007
yılında "Türk Sinemasını Yönetenler” diye bir kitap çıkarttınız. Bu kitabı
yazmaktaki amaç neydi, vermek istedikleriniz nelerdi?
Demin söylediğimiz yönetmenler o dönemlerde daha
yeni yeni meyvelerini veriyordu. Bu kitap 2007’de çıktı ama 2005’ten başlayan
bir çalışmanın eseri. O yıllarda yaptığım röportajlar serisinin toplanmış hali.
O kitap şuanda başarılı dediğiniz sinemacılarımızın ilk başta bu işe nasıl
başladığını kendi ağızlarından anlatıyor. Mutlaka her ülkede böyle kitapların
çıkması lazım. Kitap bence iyi bir denemeydi ama çokta yeterli olduğunu
söyleyemem.
Sinema
eleştirmenliği yapmak isteyen gençlere ne önerirsiniz?
Sinema eleştirmeni olmak bazen çok kolaydır. Herkes
spor yazarı olduğu gibi sinema eleştirmeni de olabilir. Bunu kabul ediyorum.
Ama değecek sinema eleştirmeni olmak gerçekten çok zor. Ben değecek sinema
eleştirmeniyim demiyorum. Bu zorluğu geçebildiğimi de çok düşünmüyorum. Kendi
kafamda idealize ettiğim meslek erbabı çok zor. Çünkü her şeyi bilmesi lazım.
Sinema teknoloji, Siyaset, Tarih, Arkeoloji, Felsefe, Psikoloji… Bunların
hepsini bileceksin ve hayatı yorumlayacaksın. Sinema eleştirmeni filozof demektir.
Medya
bunun neresinde?
Medya en dibinde! Medyada yaptığın iş çok acayip.
Hani söyledik ya “toplum artık tüketmeye yönelik.” Medya tüketmeye bile yönelik
değil. Medya kendi kafasında yönlendirmeler yapmakla meşgul. Siyasetin kurbanı
olmuş, Gazetecilik tanımının dışına sarkmış, insanların okumadığı fakat olması
gerektiği için olan bir medyamız var. Bizde onun içinde harala gürele giden.
İdeallerini hayatla buluşturamayan bu mesleğin erbaplarıyız.
Ben şuan sürekli film seyrediyorum. Ben şuanda belli
şeyleri kategorize ettim. Dediğin gibi çok şeylere girdim ve artık yaşım
ilerledi. Vizyonu çok sıkı takip ediyorum. Türk sinemasını sadece sinema
izlemekle değil mutlaka yönetmenlerle ve oyuncularla röportajlar yaparak takip
ediyorum. Çünkü onlarla konuşmak filmi içselleştirmeme yarıyor. Mutlaka bütün
filmlerin üreticileriyle röportaj yapıyorum ve bunu yayınlıyorum. Birde bütün
bunları yapıp çalıştığım gazetede yayınlamıyorum, kendi yarattığım ve 5 yıl
önce kurduğum sadece internetten yayınlanan ve ücretsiz olan Cinedergi’de
insanların tüketimine sunuyorum. Şuanda bu işlerle meşgulüm.
Son
olarak neler söylemek istersiniz?
Burada gördüğüm enerji çok iyi. Her şeyden önce iyi niyet önemlidir. Buradaki çocukların iyi niyetli olduklarını gördüm. Hiç kimse bir hesap peşinde, bir siyasi bir şeyin peşinde koşup da insanları sıkıştırmak için soru sormuyor. Bilgisiyle, bilgisizliğiyle çok doğal ve dürüst sorular sordular. Bu çok önemli. Bilgisizlik hiç önemli değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder