30 Kasım 2012 Cuma

KAYSERİ'DE SANAT NASIL DOĞDU?

Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Sekreteri Yaşar Elden, Kayseri'de kültür-sanat, yerel basın ve sinemanın doğuşunu anlattı.

Sohbete başlamadan önce biraz yazı hayatınıza başlama serüveninizden bahseder misiniz?
Kayseri’de yazı hayatıma lise yıllarında başladım. 1970’li yıllarda yerel gazetelerin şiir köşeleri vardı. Oralarda şiirlerim yayınlanmaya başladı. Daha sonra ‘Erciyes’ dergisinde yazmaya başladım. Erciyes dergisi sahibi Avukat Nevzat Türkden’in yönlendirmesi ile Hikâye yazmaya başladım. Yazı çalışmalarımı hiç bırakmadım. Zaman ilerledikçe yerel kültüre yöneldim. Yerel kültür ile ilgili çalışmalar yaptım. Bugün de çalışmalarım sürüyor ve böyle devam ediyor.

‘’Basın, Sinemalar, Kültür-Sanat, İletişim’’ Araştırma alanlarınız içerisinde. Konuya geçmeden önce bu alana ilginiz nasıl oluştu. Bu alanda çalışma yapmak için o aşk, istek nereden geldi?
İnsanı insan yapan temel faktörlerden birisi ait olduğu yerde mutlu olmak ve bulunduğu yerin eksiklerini tamamlamak. Bizim yaşadığımız şehirde Kültür-Sanat alanında eksikler vardı. Bizde o alan ile alakadar olmaya başladık. Günümüzde Kayseri’ye bakıldığında insanın içi yanıyor. Herkes gülelim, eğlenelim, gezelim derdinde.

Hocam, Sözlerinizle Kayseri’nin Kültür-Sanat açısından bir fotoğrafını çeker misiniz?
Kayser’de Kültür-Sanat alanında araştırma yapılmıyor. Öncelikle araştırma yapılmalı. Bunun kazanımı ne olacak derseniz. Bir örnek vererek açıklayayım. 1996 yılında Japonya’dan 2 araştırmacı Kayseri’nin Bünyan ilçesine geldi. Burada bir ev kiralayarak buranın kültürü, örf-âdeti, düğünü, ölümü her şeyi ile alakalı 1 yıl boyunca araştırma yaptı. Bu insanlar son derece önemli sonuçlara ulaştı. Şunu söylemek istiyorum, benim şehrimde böyle çalışmalar yapılmıyor. Yapılmadığı için ortaya çıkan toplumun ve o toplumda yaşayan insanların karakteri bozuluyor. Ortaya sadece yiyen, içen ve eğlenen bir kalabalık çıkıyor. Bu kalabalık Kültür ve Sanatı tanımıyor. En önemlisi ise yazmayı ve okumayı temel ilke haline getirmiyor. Dolayısıyla bu grup hayatı her geçen gün çekilmez ve katlanılmaz bir hale getiriyor. Bunun neticesinde de Kayseri’de bizi uluslararası alanda temsil edecek ‘’Ulema, İlmiye, Zengin’’ sınıflarını ortaya çıkartamadık. Ortaya çıkaramadığımız için bu işler birçok sıkıntı içinde uğraşan insanlara kalıyor. Onlar ise bu sıkıntılar içinde bir çaba harcıyor. Yaptıklarının sonucunda ortaya çıkardıkları eserleri satamıyorlar bile. Ancak hediye ediyorlar. Portresi demiştiniz ya hani. Bu Kayseri’yi anlatan en açık kare olsa gerek.

Çalışmalarınıza bakarsak Kayseri Yerel Basını hakkında oldukça fazla bilgiye sahipsiniz. Birçok kişiden yerel basını dinleyen biri olarak bir de sizden Kayseri yerel basınının tarihinden bahsetmenizi istesem.
Kayseri Anadolu ve Osmanlı tarihi ile benzerlikler gösteriyor. Matbaa nasıl Osmanlıya geç geldiyse Kayseri’ye de Gazete geç gelmiştir. Kayseri’de ilk gazetelerin Ermeniler tarafından daha sonra da Rumlar tarafından çıkartıldığını görüyoruz. Türkler ise onlardan sonra gazete çıkartmış. Kayseri’de ilk gazete Yunus Bekir öncülüğünde ‘Erciyes’ adında çıkartılmış. Kayseri 1970 yıllarında neşriyatçılık ve canlılık açısından İstanbul ve Ankara’nın ardından geliyordu. Bugün canlılığını yitirmiş durumda.
Yerel kanallarda Televizyon programları yaptınız. Halen devam eden programlarınız var. Bunlardan da bahseder misiniz?
Dağlar Bağlar ve Yörelerimiz Kültürümüz isimli programlar çevre ile ilgiliydi. Bu programların en önemli etkisi başka yerlerdeki insanların nasıl yaşadığını, hayata nasıl baktığını ekranda insanların evine taşıdık. Biz bu programda insanları, yöreleri ve kuşakları barıştırdık. İnsanlar Kayseri’de yalnız yaşamadıklarını ve yalnız olmadıklarını bu programlar ile idrak ettiler.

Kayseri’de oynatılan ilk Sinema filminden bahseder misiniz?
Kayseri’de ilk sinema filmi bir Ermeni Kilisesinin duvarında İstanbul’dan gelen Mühendis Süreyya Bey tarafından oynatıldı. 1922 yılında Charli chaplin’in ‘’The Kid’’ adlı sineması Kayseri’nin oynatılan ilk sinema filmi oldu.  Küçük bir Jeneratör ile Kilisenin duvarına asılan bir beyaz perdede oynatılan filmi 15-20 kişi izlemiş. Meydandaki Tan Sineması ise Kayseri’de kurulan ilk sinema salonu.
Genel olarak Kayseri Sinemalarından ve bu alandaki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Bu güne kadar yaptığım çalışmalarda Kayseri’de faaliyet göstermiş toplam 78 sinemaya ulaştım. Bunları da ‘’yazlık, kışlık ve okul-üniversite sinemaları’’ diye 3 gruba ayırdım. Artık sinemaların konsepti değişti. Sinemalar alışveriş merkezlerinin içerisinde çok salonlu olarak faaliyet gösteriyor. Günümüzde Kayseri’de bir adet açık hava sineması var. Mimar Sinan Parkının içerisindeki Amfi Tiyatro’da faaliyet gösteriyor. Büyükşehir Belediyesi orada her yıl sinema günleri düzenliyor. Güzel bir nostaljidir bu.
Sinemanın geçmişten günümüze gelişine bakacak olursak. Neler değişti sayabilir miyiz?
Öncelikle sinemaların konseptinin değiştiğini söylemeliyim. Çok salonlu sinemalar oldu. Sinema salonları artık izleyenleri kendisine bağlıyor. İçerik olarak da çok pahalı filmler yapılmaya başlandı. Türk kültürünü anlatan filmler yapılmıyor artık. Daha çok küfürlü, bağırmalı, çağırmalı filmler yapılıyor. Yani bizim toplumumuzda tuhaf bir rüzgâr esiyor.
‘’Kayseri’de Sinemanın Serüveni’’ isimli sinemalar ile ilgili bir kitabınız var. Biraz da kitabınızdan bahseder misiniz?
Kitabın içeriğinde Yazlık Sinemaların nerelerde ve ne için açıldığına ağırlık verdim. Kayseri’ye nerelerden göçler yapıldığı, gecekondu mahallelerinin bir gecene nasıl ortaya çıktığı ile ilgili çarpıcı bilgiler verdim. Tabi bunun sonucu kurulan mahallelerin nasıl eğlendiklerini araştırdık. Bunların dışında okul ve müesseselerin döner sermayelerine katkıda bulunmak için sinema açtıklarını açıkladık. Daha sonra 1970’li yıllarda sinemaların ne şekilde kaybedildiği, yıkıldığı, yerlerine iş hanlarının nasıl yaptırıldığını anlattık. Kayseri’de sinema ile ilgili öğrenilmek istenen her şey bu kitapta mevcut diyebiliriz.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
İnsanın ezelden ebede giden çizgisine baktığımız zaman her insan doğacak, büyüyecek ve ölecek. Fakat dünyaya ne için geldiğinin şuurunda olmak lazım. Bunun şuurunda olursak dünyayı her geçen gün güzelleştirebiliriz. Hayatı güzelleştirmekten mutlu olmanın ve Kamil olmanın farkına varmalıyız. Bunları gerçekleştirmeden mutlu olmanın mümkünatı yok. Bunun temel prensipleri ise yazmak ve okumak. Yazmayı ve okumayı asla ihmal etmemeliyiz. Her kesimden her kademeden insanın yazması ve okuması bu bağlamda bir şeyleri değerlendirmesi lazım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder